“İroni hayatta kalmanın tek yoludur.”
Sicilya’nın 19.-20. yüzyıl İtalyan yazınına sağladığı katkı, diğer bölgelerin
her birininkine kıyasla nicel üstünlüğe sahip olduğu gibi, nitelik bakımından da
önde gelenlerdendir. “Unvansız Maktul”un yazarı Andrea Camilleri de, Verga ve
Pirandello ile başlayan uzun bir yazarlar dizisinin günümüzdeki son temsilcisi,
ülkesinin şu sıralar dünyada en çok okunan ve çeşitli dillere en çok çevrilen
yazarıdır.
Pek özgün, pek renkli, çokyönlü sahne ve perde adamı kişiliğiyle göz kamaştırır
Camilleri: Roma Deneysel Sinema Merkezi’nde öğretim verdikten başka, kırk yılı
aşkın süreyle senaryo yazarlığı, tiyatro ve televizyon yönetmenliği, hatta
aktörlük yapmıştır; 1978’de başlayan olağanüstü verimli yazarlık etkinliğinin
yüzüncü ürününü 2016’da yayımlamıştır. Günümüzde 92 yaşında, Roma’daki evinde
hâlâ üretmeyi sürdürmektedir: Gözleri artık görmediği için yapıtlarını dikte
ederek, hem ancak Sicilya lehçesini, üstelik onun “Vigata ağzını” bilen birisine.
Camilleri’nin anlatım tekniğinde sürükleyicilik öğesi önde gelir: Suya atılan
bir taş gibi, ilkin esrarlı bir olaya, genellikle bir cinayete odaklanır; oradan
yola çıkar, sonra onu bir gerilim öyküsü biçiminde, suda halkalar gibi
genişletir, genişletir, adli vaka giderek zenginleşir, bir toplumsal olgu
biçiminde gelişir; yazar kalemini bir sinema kamerası gibi çevresinde gezdirir,
Sicilya’nın –özellikle de o belli kesiminin? kendine özgü, birbirinden renkli
kişilerini gündelik gerçeklikleri, yiğitlikleri ve sefaletleri, inanışları ve
inançsızlıkları, gizli kapaklı çıkar ilişkileri ve hesapları içinde yakalayıp
büyük bir canlılıkla resmeder, konuşmalar yoluyla okura neredeyse seslerini
duyurur, kafa yapılarını, zihinsel kalıplarını ele verir. Anlatı ilerledikçe,
gözlerimizin önünde Sicilya toplumunun belli bir zaman kesiti içindeki mozayiği
biçimlenir olanca özgünlüğüyle. Giderek yavaş yavaş Sicilya’nın insancıl gerçeği
ortaya çıkar, o gerçeği dünüyle ve bugünüyle, tarihsel ve kültürel nedenleriyle
kavramaya başlarız, Sicilya gezegeninde işlerin neden başka türlü değil de işte
öyle olduğunu, neden başka türlü olamayacağını anlarız. Camilleri bunu hiçbir
öğretici yanal açıklamaya gerek bırakmadan, kısacık konuşmalarla, sanki
kaleminin ucuna takılıvermiş, kestirmeden betimlemelerle, hatta değinmelerle
yapar, olayların bir giriftleşip bir çözülen yumağını acı bir alaycılıkla
izletirken okurunu bol bol eğlendirerek, Sicilya’nın taşrasının ve kişilerinin
“ağlanacak hallerine” güldürerek. “Sicilya insanı için” der Camilleri, “ironi
hayatta kalmanın tek yoludur.”
Öykü “Faşizmin yirmi yılı” olarak bilinen döneme yayılmıştır; 1921’de I. Dünya
Savaşı sonrasının kargaşa ve yoksulluğunda, güçsüz siyasal partileriyle
toparlanmaya çabalayan İtalya’da paramiliter mangalarının uyguladıkları
parlamento dışı şiddet eylemleri sayesinde yükselen Mussolini faşizminin giderek
bir siyasal parti kimliği edinmesinden ve çaresiz kalan kralın rızasıyla
iktidarı ele geçirmesinden, II. Dünya Savaşı sırasında 1942’de Sicilya’ya
Müttefik çıkarmasına değin geçen döneme. Camilleri o tarihsel olayların fonunda
iki gerçek somut olayı resmî yazışma belgelerini, sorgu tutanaklarını, gazete
haberlerini kullanarak, düşgücünün desteğiyle ve acı bir alaycılıkla izler: Biri,
kent merkezinde anacaddenin yanı başında, karanlık, izbe bir sokakta kurulan bir
pusunun ölümle sonuçlanışı, cinayetin kovuşturuluşu ve davasının mahkemede
görülüşü; öbürü, iktidarı yeni ele geçirmiş, “Duceleşmekte” olan Mussolini’nin
gönülsüzce çıktığı “Sicilya seferi” sırasında, kendi adını taşıyan orman-kent
“Mussolinia”nın temellerini atışı. Tabii ki toplumsal dinamiğin özgünlüğü
sonucunda, iki olay da ancak Sicilya’da olabileceği biçimde gelişir ve tabii ki
hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
|